Çoğunluk
Film Analizi
Çoğunluk filmine genel bir perspektiften
bakıldığında toplumsal düzlemde bireye birtakım dayatmaların olduğunu
görüyoruz. Ne gibi? Toplumsal cinsiyet, milliyetçilik, muhafazakar yapı,
yoksulluk ve yine milliyetçilikle bağlantılı olarak bir ötekileştirme sorunu
gibi örnekler verilebilir. Bu bağlamda karakterleri ele alacak olursak ilk
olarak Mertkan karakterinden başlamak yerinde olacaktır.
Mertkan, orta sınıf bir ailenin çocuğu
olmakla beraber gerek toplumsal düzlemde (babasının arkadaşları, annesinin
arkadaşı vs.) gerekse aile içi özellikle babasının baskılarından dolayı kişisel
kimliğini kazanamamış bir bireydir. Babasının Mertkan üzerinde gerçekleşmesini istediği birtakım istek ve
arzuları vardır. Fakat Mertkan, buna karşı koyacak güce ve iradeye sahip
değildir. Nitekim kız arkadaşı olan Gül konusunda kendi istek ve arzularına
göre değil de babasının istekleri doğrultusunda hareket eden bir Mertkan söz
konusudur. Mertkan, babasının her türlü otoritesine boyun eğmektedir bir
bakıma. “Kimliksiz, kişiliksiz ve amaçsız yetişmiş bir genç”[1]
olarak Mertkan, başlangıçta babası olmak üzere sonrasında toplumun ideolojik
sistemine uyum sağlayan bir birey olur. Yani bir nevi babadan yola çıkarak uyum
sürecini bir şekilde gerçekleştiren Mertkan, sonunda toplumda, çoğunluğa
entegre olmuş bir birey haline gelir. Bu entegrasyon sürecinde karşılaşılan ve
geçilen inşa sürecine bakacak olursak; aile içi ilişkiler, milliyetçilik
söylemleri ve bununla ilişkili olarak ötekileştirme, toplumsal cinsiyetçilik,
orta sınıfa dahil olma durumları ele alınabilir.
Bu noktada aile söz konusu
olduğunda Mertkan’ın ailesi, tipik geleneksel bir aile yapısını gözler önüne
sermektedir. Nasıl bir geleneksellik? Erkek egemenliğinin hadsafhada olduğu bir
yapı ile kadının kendine dair sosyal hayatının olmadığı bağımlı düzeyde
varlığını devam ettiren, aile içi veya başka türlü kararlar alınırken söz
sahibi olmayan bir kadın figürü söz konusudur. Bunun yanında anne figürümüz;
mutsuz, kendi isteklerine göre değil de ailenin ihtiyaçları doğrultusunda
hareket eden, temizlik, yemek yapan kısaca ev işlerinden sorumlu bir anne
figürüdür. Toplumsal cinsiyet söz konusu olduğunda kadınlık, aynen bu şekilde
inşa edilmiş bir anlamdadır. Ne demek yani? Bu kadın türü, Aksu Bora’nın
“Feminizm Kendi Arasında” metnindeki iki kadın türünden ilki olan ‘Geleneksel
Kadın’a tekabül etmektedir. Geleneksel kadın; “bu kadın, cehaleti ve dar
kafalılığıyla evin çocuklarına hayatı zindan eden babanın destekçisi ve aynı
zamanda da kurbanıdır.”[2] Ne
manada babanın destekçisidir? Ailede tüm kararlar baba tarafından alınır ve diğer
aile üyelerinin netice itibariyle kabul etmekten başka seçenekleri olmaz.
Çünkü, her şeyi en iyi baba bilir! (Bunu daha çok vurgulayan da annedir.) Böyle
bir baba figürünün olduğu bir ailede, haliyle evin oğlu Mertkan da babasının
aldığı kararlara boyun eğen, onun istekleri dışına belli ölçülerde çıkmayan,
neticede annesi gibi söz sahibi olmayan bir birey olacaktır, bir bakıma öyledir
de. Babası, film boyunca Mertkan’ın eksikliklerini ve hatalarını eylem
düzeyinde veya konuşarak düzeltme çabasındadır. Mertkan’a dair sürekli bir
sözlü veya eylemsel bir müdahale vardır. “Bü yüzden, oğluna çoğunluğun düşünüş
kalıplarını aşılamaya çalışan baba figürünü, iktidarın ataerkil ailedeki
izdüşümü gibi görmek mümkün.”[3]
Bu
baskılara boyun eğen bir Mertkan vardır, karşımızda. Bu da birçok tarihsel
yapıyı içerisinde barındırmasına rağmen asıl manada “modernleşmeye çalışan yeni
Türkiye Cumhuriyeti”[4]yle
birlikte gelen hegemonik bir yapının nasıl zaferle sonuçlandığının bir işareti
olabilir! Ataerkil bir düzlemde ele alınabilecek otoriter baba figürünün
karşısında Mertkan, babasına karşı geldiğinde sonucunda cezalarla
karşılaşabilmektedir. Ceza sonucu Gebze şantiyeye gönderilen Mertkan, ailesine
olan bağımlılığından dolayı kısa bir süre sonra evine ve dolayısıyla o
otoriter, dayatılan yapıya geri döner. Bağımlı yapısı, bireysel özgürlüklerini
sağlamakta ona engel olur.
“Babanın hegemonyasından kurtulmanın yolu
olarak ağabeyi Mertkan’a “evlen, sen de kurtul” der.”[5]
Yani babadan kurtulmak evlenmeyle mümkündür. Şöyle ki; evlenince Mertkan,
babasının himayesinden “kurtulup kendi ailesi üzerindeki egemenliğini”[6]
sürdürebilecektir. Gül söz konusu olduğunda evlilik onun için de bulunduğu
durum ve şartlardan çıkış yoludur. Töre gibi, yoksulluk gibi şartlardan
kurtulmanın yolu, evliliktir.
Aile söz konusu olduğunda aileyi
düzenlemek, apolitik bir söylem değil de toplumu bizzat inşa eden ‘politik’
uğraklardan biridir, diye ifade eder Serpil Sancar. “Yani ‘aile inşa etmek’
etkin bir toplum inşa stratejisidir.”[7] Ve
babanın ataerkil yapısını bir de modern devlet düzleminden okuduğumuzda tüm
bahsedilenler daha anlamlı hale gelecektir:
“Modern
düşüncede toplumu düzenlemek için aileyi düzenleme aracı olarak kullanma
fikrinin temelinde gelecekteki toplumun bir nüvesi olarak çocukları
şekillendirme fikri vardır. Modern aile, kamusalın dışında farklı bir
toplumsallık alanı olarak tanımlanmıştır; bunu başarmada en önemli pay ailenin
bir tür yönetimsellik alanı olarak insanın duygusallıklarıyla
ilişkilendirilmesi ve duygu dünyasının uzamı olarak tanıtılabilmesiyle mümkün
olmuştur. Modernleşme ile birlikte aile mahremiyet alanına katılmış,
duygusallık stratejisi ile düzenlenmiş, ama aynı zamanda devlet egemenliğine
benzer bir ‘erkek- baba egemenliği’nin de uğrağı da olmuştur. Mahremiyet, sevgi
ve aşkın alanı olarak aile duygusallık stratejisinin de uğrağıdır. Yeni bir
devlet kurmak için onun egemenlik alanını düzenlemek isteyenler ailedeki
egemenliği düzenleyerek bu amaca ulaşmaya çalışmışlardır. Devlet egemenliğinin
eril karakteri ailedeki egemenliğin eril karakteri ile birlikte var olur.”[8]
Nükhet Sirman şöyle der: “ideal
vatandaşın bir bireyden ziyade egemen bir koca ya da ona bağımlı bir eş/anne
olarak kabul edildiğini ve bunun da bu tür toplumlarda cinsiyete ilişkin bir
söyleme işaret ettiğini belirtir. Kişinin aile içindeki konumu devletin
içindeki statüsünü de belirlemektedir.”[9]
Toplumsal cinsiyet söz konusu
olduğunda bir inşa sonucu elde edilen kadınlık ve erkeklik söz konusu olduğunda
Mertkan, Gül, anne ve baba düzleminde; ‘Toplumda erkek olmak ve kadın olmak ne
demektir?’ sorularını cevaplamak gerekecektir.
Bu iki kavram da iktidar ilişkileriyle oldukça bağlantılıdır. Toplumsal
manada biçilen roller çerçevesinde kadın olmak; ikincil konumda olmayı beraberinde
getiriyor. Türk kadınının nasıl tanımlandığına bakalım. “ ‘Türk kadını’, vatanın evlatlarının yetiştiricisi ve eğiticisi,
gerektiğinde savaşan, aktif, ama püriten dişil cinsel ahlakın somutlaşmış
örneği, gerektiğinde vatanı ve ailesi için fedakarlık yapan ama itaatkar ve
sessiz kadın niteliklerini, çelişkisiz bir arada barındırması gereken bir
‘kadın imgesi’dir.”[10]
Modern erkek ise kendini bir sorunun nesnesi olarak anlamlandırmak istemeyen
bir toplumsal kategori- iktidar konumu oldu. Kendisi her konu ve sorun hakkında
konuşup görüş bildiren, stratejiler tartışıp arzularını dile getirebilen bir
ideolojik özne konumu. Ama kendi gelişimi, eksikleri, çatışma dinamikleri
hakkında hiç konuşmayan bir konum. Bu sayede etrafındaki ilişki ve nesneleri
kendi arzusunu gerçekleştirecek ve gücünü koruyacak şekilde düzenleme
iktidarını elde edebiliyor”[11]dur.
Film boyunca kadının/annenin sosyal
faaliyet alanına dahil olan konulara bakacak olursak; her türlü ev işi yapmak,
market alışverişi yapmak ve komşusuyla sohbet etmek olduğunu görüyoruz. Bu da
gösterir ki; kadınlar, sosyal alandandan, toplumsal çevrelerden oldukça mahrum
olmakla birlikte yaşam alanı ev ve mahallesinden ibarettir. (Hatta alışverişten
dönerken dahi Mertkan’la birlikte dönmesi, bağımsız hareket etmenin/
edebilmenin mümkünatını gösteriyor.) O halde ‘kadınlık’ mefhumu, bağımlı bir
yapıyı da beraberinde getiriyor. Çünkü toplumsal bir inşa olarak kadın, erkek
tahakkümü altında olması gerekendir ve bu manada, kısıtlı manada toplumsal
çevreye haiz olabilir. Nitekim kadının ev dışı etkinliği de “bağımlı
hareketten”[12]
ibarettir. ‘Kendi başına’ ifadesi, kadın için pek de mümkün bir ifade değildir.
Tüm bunların yanında anne, yani genel olarak kadın ‘aciz’, ‘duygusal’,
‘çaresiz’ bir figür olarak da yansıtılmıştır. Bunun anlamı da toplumsal
düzlemde oldukça açık ve anlaşılırdır. Çünkü kadın; erkek gibi bir güç simgesi
olmadığı için aksine zayıflığın tezahürü olduğu için tepkisini de babanın
yaptığı gibi döverek, küfrederek, bağırarak değil; ağlayarak, çaresizce, sessizce,
yani kendi kendine çözmeye çalışarak gösterecektir. Çünkü “baba (otoriter, aile
reisi, kendi işinin sahibi olan baba) ailenin, ülkenin birlik- bütünlüğünün,
vatanın, namusun- şerefin ve egemen sistemin koruyucu ve sürdürücüsü olarak
kendini görmektedir.”[13]
Toplumda erkeğin bu konumu, erkeğin şiddet göstermesini meşru kılar! Küfretmek
de Mertkan için meşru kılınan bir boyut olarak dikkat çekmektedir.
Aile içi düzeyde ortaya çıkan kadın- erkek
eşitsizliği, komşuları olan Şükriye hanım da daha da derinleşmiş bir haldedir.
Kadın-erkek eşitsizliğini anne figüründen daha üst düzeyde yaşayan köylü, fakir
Şükriye için daha çıkılmaz bir yol olarak karşısında durur, bu gerçek.
Filmde baba, ısrarla Mertkan’ın her gün
işyerine gelmesini istemekteydi. Babanın Mertkan’ı –çalışmasa dahi- işyerine
götürmesinin nedeni ise şöyle açıklanabilir: “Erkek olmak, aslında herkes
tarafından kabul edilecek bir çalışma ahlakına sahip olmak ve bu sayede
“çalışan erkek” olmayı başarmaktır.”[14]
“Erkeğin –özellikle patron bir erkeğin-
ailesini geçindirecek ücreti kazanmasıyla, aileyi geçindiren kişi olarak
sahiplendiği ayrıcalıklı cinsiyet konumu ve bunun sonucu oluşan aile modeli,
erkek egemenliğine dayalı cinsiyet rejiminin merkezi önemde bir öğesi olmuştur.
Erkeğin aile reisliğine ve kadının ücretsiz ev içi emeğine dayalı gördüğümüz bu
aile modeli, toplumsal sınıflar arasındaki iktidar ilişkileri ile cinsiyet
farklarına dayalı iktidar ilişkilerinin iç içe geçtiği ve birbirini beslediği
en önemli alanlardan biridir.”[15]
Erkeklik de bu pozisyondan anlaşılmalıdır.
Bunun yanında Gül de toplumsal cinsiyet
bağlamında ele alınması gereken önemli bir karakterdir. Gül, Mertkan tarafından nesne, daha da ötesi
cinsel obje olarak görülmektedir. Bunun
yanında Gül karakteri, Doğulu ve Kürt’tür. Birçok anlamda sıkıntılı bir hayata
sahip olması ve töreden kaçmış olmasını da göz önünde bulundurursak Mertkan’la
evlenmek, Gül için bir çıkış yoludur. Toplumsal cinsiyet üzerinden bu ifadeyi
nasıl anlarız? Gül, bir büfede çalışıp, kendi ayakları üzerinde duruyor gibi
gözükse de yine de bir erkek egemenliğine, tahakkümüne girmeden kurtuluşa ve
rahata eremeyeceği fikrindedir. [16]
Ve filmin sonunda Şükriye’nin ölmesi ve
Gül’ün “yakınları tarafından memlekete götürülmesi ve bir daha ondan haber
alınamaması, filmde iktidar sahibi bir kocaya sahip olmayan kadının tek başına
yaşama şansının olmadığı yönündeki erkek egemen toplumsal yargının ifade
edilmesi olarak yorumlanabilir.”[17]
Yani toplumdaki ataerkilliğin film söz konusu olduğunda mikro düzeyini görmekle
birlikte; bu durumu hayata yaydığımızda yani makro düzeyde bu tür sorunlarla
her an karşılaşıyoruz. Toplumsal
cinsiyet meselesini burada noktaladıktan sonra aile mefhumuna gönderme yaparak
milliyetçilik ve milliyetçilik üzerinden de öteki kavramlarını ele alacağız.
Aile, başlangıçta açıklamasını verdiğimiz
doğrultuda okunduğunda ulus inşasının mümkün kılındığı bir yapıdır da aynı
zamanda. Bunu birazdan milliyetçilik üzerinden ele alacağız. Çünkü, “
‘yurttaşlar cemaati’ oluştururken ulus fikri, beraberinde toplumu bazı
kalıplara sokmayı da getirir. Nüfusu zorunlu eğitime tabi tutmak, genç
erkeklerin hepsini zorunlu askerlik ve savaşçılık öğreten kışlalar kurup
‘vatan’ın ne olduğunu öğreterek vatandaşlık eğitimi yapmak”[18];
yurttaşlar cemaatinden olmak için şart-koşuldur.
Milliyetçilik söz konusu olduğunda
filmde bariz noktalar dikkat çekmektedir. Nasıl? Mertkan’a karşı aile içinden
ve ailenin yakın çevresi tarafından sürekli milliyetçiliğe dair güçlü motifler
söz konusudur. Silah, askerlik, Müslümanlık, vatan, Türklük gibi motifler mevcuttur.
Bunun yanında Mertkan’ın ağabeyinin çocuğu da yemek masasına elinde oyuncak bir
tüfekle ve asker kıyafetini andıran bir gömlekle gelmektedir. Ve çocuğa da
vatanseverliğe dair vurgular söz konusudur. Bu hususla ve ‘öteki’yle bağlantılı
olarak Gül’den ayrılması için Mertkan’la konuşan babası Mertkan’a şunları
söylemektedir: “Hepimiz, Elhamdülillah Türk’üz, Müslümanız. Ailemize yakışır
kişilerle beraber olman lazım. Ben her gün vatan için, sizin için en şereflisi,
hep daha fazlası için çalışıyorum.” Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere,
milliyetçilik; ırkçılığı da beraberinde getiren bir mesele olarak karşımızda
duruyor. Ve babanın bu girizgahtan sonra Gül için kullandığı şu fadeler de çok
can alıcı gözüküyor: “Bu gibi tipler, vatanı bölme derdindedir. Bunlarla
beraber olmak, hepimize zarar verir.” Bu ifadeler ışığında Gül, Vanlı olması
itibariyle ‘vatanı bölmek’ amacında olan resmen potansiyel terörist olarak
görülen bir figürdür. Ve Gül, Kuştepe’de oturmak ve Vanlı olmakla öteki
konumunda olmaya haizdir. Peki, milliyetçiliği bu denli kuvvetlendiren ve
ötekiyi dışlayan motiflerimizden‘askerlik’ kavramı, toplumda ne denli önemli
görülmektedir? Film süresince gerek babası, gerek babasının arkadaşları
tarafından Mertkan’ın askerliği bir an evvel yapması gerektiği, vatani görevini
yapmasının boynunun borcu olduğu gibi ifadeler sıklıkla kullanılmaktadır. “Her
Türk, asker doğar.”[19]
ifadesinin yaygınlığı noktasında Mertkan’a söylenenler tam da toplum ve
iktidarla ilintili bir noktada karşımıza çıkmaktadır. Askerlik olması
gereken/istenen vatandaşın en iyi inşa edildiği alandır. Bahsettiğimiz gibi
zorunlu askerlik, ulus fikrinden ortaya çıkan ‘yurttaşlar cemaati’nin üyesi
olmak için gerekli bir koşuldur. Millet fikri, zorunlu askerlik fikriyle
birlikte inşa edildi. Askerlik bir nevi millet okulu. Askerliğin içinde
yaratılacak olan; hem vatan hem ulusun kendisi hem de vatandaş askerlerdi. Bir
bakıma silah söz konusu olduğunda, silah da askerin namusla ilişkilendirdiği
bir şey, o denli önemli. Askerlikte aile içine kadar varan bir inşa süreci söz
konusu. Çünkü, yaratılmak istenen vatandaş, evinde otoriter bir vatandaş. Tüm
bunlar da hegemonik erkekliğin ordu içinde nasıl yaratıldığını bizlere
gösteriyor. Erkek için makbul vatandaş olmanın yolu, askerlik yapmaktan
geçerken; bunun yanında evinde egemen erkek söz konusu olduğunda aynı zamanda
kadın için de makbul vatandaşlığın yolu askerliğini yapmış bir erkekle
evlenmektir. “Ancak askerliğini yaptıktan sonra adam olunuyor”[20]
algısı mikro düzeyde filmde; makro düzeyde de toplumda çok yaygın bir olgu.
Askerlik, silah, vatandaş yaratma gibi ifadelere
değindikten sonra milliyetçiliğin dışlayıcı boyutuna değinmek gereklidir. Bu
noktada da birçok kez bahsettiğimiz üzere Gül üzerinden durumu ele almak
uygundur. Gül; Vanlı, Kürt, töreyle bağlantılı, Kuştepe’de oturan, okumak ve
geçimini sağlamak için büfede çalışan bir figürdür. Babasıyla Mertkan’ın
konuşmalarındaki ‘Elhamdülillah Türk’üz..’ ifadeleri Tanıl Bora’nın bahsetmiş
olduğu resmi milliyetçiliğin[21]
en açık göstergelerindendir. Ve bu tür milliyetçilikte, her zaman kendinden
olmayanı dışlayıcı, düşman kılan bir politika olma durumu söz konusudur. Bu
manada babası ve hatta Mertkan’ın arkadaşları tarafından türlü söylemlerle Gül;
öteki, dışlanan konumundadır. Babası, ‘vatan bölücü’ olarak tariflerken;
arkadaşları da Kuştepe’de oturuyor olmasıyla bağlantılı olarak ‘çingene’ diye
bahsederler. Toplumsal söylemde bu tür sorunlara yol açmaktadır, milliyetçilik.
Aslında bu toplumsal söylemde Kürt demeyip de terörist gözüyle duruma bakmanın
ardında, tamamen devlet politikaları yatmaktadır. Çünkü Mesut Yeğen’in
ifadelerine baktığımızda “Türk vatanında Kürt yoktur”[22]
gibi kategorik inkar söylemi söz konusudur devlet düzleminde ve dolayısıyla
toplumda. Dışlama, devlet mertebesinde olduğu için bu ırkçılık, haliyle halka
da sirayet etti ve ardından toplumsal düzlemde Kürt’lere karşı; düşman, PKK’lı,
terörist gibi söylemler üretildi. Bu söylemler, ırkçılığı en üst seviyede
hissedilmesinin belli başlı göstergeleri olmuştur. Bu bağlamda gerek ‘çingene’
yaftası; gerekse ‘vatan bölücü’ ifadesi, Gül üzerinden gösterilen azınlıkların
dışlanan durumunu toplumsal manada gözler önüne sermektedir.
Genel olarak film; orta sınıf, ataerkil,
milliyetçi- muhafazakar egemenlerin kendileri gibi olmayan ‘ötekiler’le
arasında geçen ilişkiler çeşitli boyutlarda toplumsal yapı içerisindeki
‘eşitsizliklerin temsili’ni ortaya koyması bakımından ve bu temsillerin,
toplumsal gerçekliğin yansıtılması ve kavranabilmesi açısından anlamlı bir
boyuta sahiptir.[23]
Kaynakça
-
Alkan, Ayten. Yerel Yönetimler ve Cinsiyet: Kadınların Kentte Görülmez Varlığı
1.baskı. Ankara: Dipnot Yay., 2005.
-
Bora, Aksu. Feminizm Kendi Arasında 1.baskı. İstanbul: Ayizi Yayınları, 2011.
-
Bora, Tanıl. Milliyetçiliğin Kara Baharı 1.baskı. İstanbul: Birikim Yay., 1995.
-
Sancar, Serpil. Erkeklik: İmkansız İktidar 1.baskı. İstanbul: Metis Yay., 2009.
-
Sancar, Serpil. Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti: Erkekler Devlet, Kadınlar Aile Kurar
3.baskı. İstanbul: İletişim Yayıncılık, 2014.
-
Yeğen, Mesut. Devlet Söyleminde Kürt Sorunu 5.baskı. İstanbul: İletişim Yay.,
2011.
-
Yeşim Sünbüloğlu, Nurseli. Erkek Millet Asker Millet: Türkiye’de Militarizm,
Milliyetçilik, Erkek(lik)ler 1.baskı.İstanbul: İletişim Yay., 2013.
-
Deniz, Kemal & Akmeşe, Zuhal. “Sinemada Toplumsal
Eşitsizliklerin Temsili:”Çoğunluk” Filmi Örneği.” Erciyes İletişim Dergisi “akademia”, Cilt.4, no.1 (2015).
[1] Kemal Deniz & Zuhal Akmeşe, “Sinemada Toplumsal
Eşitsizliklerin Temsili:”Çoğunluk” Filmi Örneği,” Erciyes İletişim Dergisi “akademia”, Cilt.4, no.1 (2015): 88.
[2] Aksu Bora, Feminizm Kendi Arasında, 1.baskı. (İstanbul: Ayizi Yayınları,
2011), 195.
[3] Deniz & Akmeşe, 89.
[4] Serpil Sancar, Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti: Erkekler
Devlet, Kadınlar Aile Kurar, 3.baskı. (İstanbul: İletişim Yayıncılık,
2014), 193.
[5] Deniz & Akmeşe, 90.
[6] A.g.e., s.
[7] Serpil Sancar, Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti, 197.
[8] A.g.e., s.198.
[9] A.g.e., s.200.
[10] A.g.e., s.194.
[11] A.g.e.s.211.
[12] Ayten Alkan, Yerel Yönetimler ve Cinsiyet: Kadınların
Kentte Görülmez Varlığı, 1.baskı. (Ankara: Dipnot yay., 2005), 118.
[13] Deniz& Akmeşe, s.93.
[14] Serpil Sancar, Erkeklik: İmkansız İktidar, 1.baskı.
(İstanbul: Metis Yay., 2009), 58.
[15]
A.g.e.s.,63.
[16] Deniz & Akmeşe, s.94.
[17] A.g.e., s.
[18] Serpil Sancar, Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti, s.199.
[19] Nurseli Yeşim Sünbüloğlu, Erkek Millet Asker Millet: Türkiye’de
Militarizm, Milliyetçilik, Erkek(lik)ler, 1.baskı.(İstanbul: İletişim Yay.,
2013), 205.
[20] A.g.e., s. 208.
[21] Tanıl Bora, Milliyetçiliğin Kara Baharı, 1.baskı. (İstanbul: Birikim Yay.,
1995),101.
[22] Mesut Yeğen, Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, 5.baskı.
(İstanbul: İletişim Yay., 2011), 110.
[23] Deniz& Akmeşe, s.95.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder