Çarşamba, Haziran 12, 2013

29 Mayıs tarihli anı üzerine işlenmiş kurgu..

               ERGUVAN MEVSİMİ
     Yıl 2002, aylardan Mayıs, güneşli bir Cumartesi  günü…
     Dün gibi hatırlarım babamın o güzel  yüzünü, yüzündeki o tıraş kolonyası kokusunu ve o kokuyu içime çekişimi. Babam; benim kahramanım, dünüm, bugünüm ve yarınım… Yine o kokuyu anımsatan bir günden kalma anımız, nadir anılarımız arasında. Biz dört kişilik bir aileydik, şimdi ise üç kişilik, küçük gibi görünen fakat kocaman bir aileyiz; annem, kardeşim ve ben. Bizi kocaman yapan ise, babamın yokluğunda bile varlığını hala anılarıyla hissettirebilmesi.
     8-9 yaşlarındaydım, babamla gezmelerimiz meşhurdur. Bir dediğimizi iki etmezdi sağ olsun. O zamanlar biz Çengelköy/Güzeltepe’de ikamet ediyorduk. O günlere dair aklımda kalan birçok şey var ama kesin çizgileriyle hatırladığım babamın bizi yine Hıdiv Kasrı’na götürmek istediğiydi ve ilk kez bu sefer  fazla ısrar etmesini beklemeden kabul etmiştik. Babam tarihe karşı meraklı bir adamdı, severdi bizi öyle eskiyi anımsatan yerelere götürmeyi. Sanıyorum ki , Türk Sanat Musikisi’ne duyduğu sevda da buradan geliyor olacak. Babam yine sürünmüştü kokusunu; tıraş kolonyası kokusu… Yine mis olmuştu benim babam. Her sabah babam, bana ve kardeşime bir öpücük kondurmadan kahvaltıya oturmazdı; yine öyle oldu. Hepimiz güzelce hazırlandık ve ardından Hıdiv Kasrı’na doğru yola çıktık. Yolda babam Hüner Coşkuner’in kasetini taktı ve Hüner Coşkuner’e eşlik ederek ‘ Avuçlarımda hala sıcaklığın var’ diye mırıldanıyordu. Mırıldanmasına rağmen sesi harikaydı babamın. Hıdiv Kasrı’nın bahçesine vardığımızda erguvanların sıklığındaki o mor yoğunluğu göze çarpan ilk unsurdu. Ne de güzel yaratmış Mevlam demeden geçemezsiniz gördüğünüzde.
***
     Hıdiv Kasrı, tarihçesinde de bahsedildiği gibi birçok oda barındırır içerisinde ve babam bu odaları teker teker anlatabilecek derecede ezberlemiştir Hıdiv Kasrı’nın tarihçesini. Bu Kasır’ın odalarında dikkatimi en çok çeken Abbas Hilmi Paşa’nın yatak odası olmuştu.Odadaki her şey muazzamdı. O odaya çıkan merdivenler dahi bana fevkalade görünmüştü. Yatak odasında en çok ilgimi çeken, her dolabın üzerinde ayna olmasıydı. Oda koskocaman olması ve aynaların yoğunluğuyla dikkat çekiyordu. O yaşların vermiş olacağı şaşkınlık olacaktı ki aynaya baktığımda yüzümde gördüğüm ifade, ‘Burası yatak odasıysa benimki ne?’ der gibiydi. Ardından diğer odaları da gezdik teker teker, her bir odanın balkonuna çıkıp etraftaki manzarayı izledik. Sonunda aşağı kata inip Hıdiv Kasrı’nın restaurant  kısmına geçip oturduk. Oturduğumuz koltuğun minderindeki pembe dün gibi aklımda. Ne yediğimizi tam olarak hatırlayamasam da babam her zamanki gibi yine orta şekerli kahvesini içiyordu. Babam, kahvesini yudumlarken O’nu hayran hayran seyrediyordum. Her an, ‘Acaba,şimdi ne tepki verecek?’ diye izlerdim o saf bakışlarımla. Tebessümü bile bir başkaydı babamın.
***
      Yıl 2012, aylardan Nisan, yağmurlu bir Cuma günü…
      Annem,ben ve kardeşim;  üç kişilik kocaman ailemiz… Yine Hıdiv Kasrı’na gitme telaşı,yine yüzlerde hüzünle karışık acı bir gülümseme… Tek eksik,babam..
      Babam; Halil İbrahim Pinaz,koca reis, artık tıraş kolonyası kokusunu değil dışarıda yavaş yavaş yağan yağmurun, toprağa karışmasıyla havaya yayılan köyümün toprak kokusu…

     Peki, Hıdiv Kasrı’nın restaurantındaki koltuğun pembe minderi; babamın derin uykusundaki yanaklarında beliren son tebessümün rengi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder