Çarşamba, Haziran 12, 2013

ayüstü âlemden yansımalar..: 29 Mayıs tarihli anı üzerine işlenmiş kurgu..

ayüstü âlemden yansımalar..: 29 Mayıs tarihli anı üzerine işlenmiş kurgu..:                ERGUVAN MEVSİMİ      Yıl 2002, aylardan Mayıs, güneşli bir Cumartesi  günü…      Dün gibi hatırlarım babamın o güzel  yü...
       Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez..
                                küçük sözler-büyük mutluluklar
   Mum ışığı gibi eğilip bükülüp ardından doğrulmaktı bizlere yakışan.! Alev alev yanmasını da bilmeliydi insanoğlu bir şeyler uğruna. İnsanoğlu olmak demek dimdik durmak değil;eğilsen de kalkabilmektir kolayca...
   Güzel mum, ne bakarsın ki öyle melül melül? Ateşin kutsallığı içinde yok olmaksa kaderin suç benim mi? Bir çakmak, bir fitil; hepsi bundan mı ibaret? Aah,bir de şu şarkılar yok mu? Seni sevdiğimi şarkılar haykırıyorken bana ne hacet;söyle güzel,asil duruşlu mum? İncesaz, "Aşk Mevsimi" adlı parçasını seslendirirken sen ve ben dikkat kesilmiş, İncesaz'ı dinliyoruz.(Yorumuna sağlık Efendim)
   Ardından çalan "Bir kızıl goncaya benzer dudağın" parçası da durumun cabası olmaya yeterli sanırım. Yine eskileeer,yine anılar... Oysa kimse söylememiştir babanız gibi bu parçayı. Bu arada,babanız demişken anlatsanız ya o ne demektir? Ne zamandır "baba" demediniz peki,anlatın işte çekinmeyin!
  -Kırgınsınızdır ama kime,neye bilinmez tabi..
   kırarlar,giderler ya da susarlar,gülerler veyahut öyle işte.
  **
  Peki,mutlu değilseniz? Üzülmeyin e mi ?
  Mutluluk,kapı dışında bekler; o size gelmez, kapıyı açıp siz onu buyur etmelisiniz içeri. 
  Nasıl mı..?

                                                                                                                                                                              Bismillah

29 Mayıs tarihli anı üzerine işlenmiş kurgu..

               ERGUVAN MEVSİMİ
     Yıl 2002, aylardan Mayıs, güneşli bir Cumartesi  günü…
     Dün gibi hatırlarım babamın o güzel  yüzünü, yüzündeki o tıraş kolonyası kokusunu ve o kokuyu içime çekişimi. Babam; benim kahramanım, dünüm, bugünüm ve yarınım… Yine o kokuyu anımsatan bir günden kalma anımız, nadir anılarımız arasında. Biz dört kişilik bir aileydik, şimdi ise üç kişilik, küçük gibi görünen fakat kocaman bir aileyiz; annem, kardeşim ve ben. Bizi kocaman yapan ise, babamın yokluğunda bile varlığını hala anılarıyla hissettirebilmesi.
     8-9 yaşlarındaydım, babamla gezmelerimiz meşhurdur. Bir dediğimizi iki etmezdi sağ olsun. O zamanlar biz Çengelköy/Güzeltepe’de ikamet ediyorduk. O günlere dair aklımda kalan birçok şey var ama kesin çizgileriyle hatırladığım babamın bizi yine Hıdiv Kasrı’na götürmek istediğiydi ve ilk kez bu sefer  fazla ısrar etmesini beklemeden kabul etmiştik. Babam tarihe karşı meraklı bir adamdı, severdi bizi öyle eskiyi anımsatan yerelere götürmeyi. Sanıyorum ki , Türk Sanat Musikisi’ne duyduğu sevda da buradan geliyor olacak. Babam yine sürünmüştü kokusunu; tıraş kolonyası kokusu… Yine mis olmuştu benim babam. Her sabah babam, bana ve kardeşime bir öpücük kondurmadan kahvaltıya oturmazdı; yine öyle oldu. Hepimiz güzelce hazırlandık ve ardından Hıdiv Kasrı’na doğru yola çıktık. Yolda babam Hüner Coşkuner’in kasetini taktı ve Hüner Coşkuner’e eşlik ederek ‘ Avuçlarımda hala sıcaklığın var’ diye mırıldanıyordu. Mırıldanmasına rağmen sesi harikaydı babamın. Hıdiv Kasrı’nın bahçesine vardığımızda erguvanların sıklığındaki o mor yoğunluğu göze çarpan ilk unsurdu. Ne de güzel yaratmış Mevlam demeden geçemezsiniz gördüğünüzde.
***
     Hıdiv Kasrı, tarihçesinde de bahsedildiği gibi birçok oda barındırır içerisinde ve babam bu odaları teker teker anlatabilecek derecede ezberlemiştir Hıdiv Kasrı’nın tarihçesini. Bu Kasır’ın odalarında dikkatimi en çok çeken Abbas Hilmi Paşa’nın yatak odası olmuştu.Odadaki her şey muazzamdı. O odaya çıkan merdivenler dahi bana fevkalade görünmüştü. Yatak odasında en çok ilgimi çeken, her dolabın üzerinde ayna olmasıydı. Oda koskocaman olması ve aynaların yoğunluğuyla dikkat çekiyordu. O yaşların vermiş olacağı şaşkınlık olacaktı ki aynaya baktığımda yüzümde gördüğüm ifade, ‘Burası yatak odasıysa benimki ne?’ der gibiydi. Ardından diğer odaları da gezdik teker teker, her bir odanın balkonuna çıkıp etraftaki manzarayı izledik. Sonunda aşağı kata inip Hıdiv Kasrı’nın restaurant  kısmına geçip oturduk. Oturduğumuz koltuğun minderindeki pembe dün gibi aklımda. Ne yediğimizi tam olarak hatırlayamasam da babam her zamanki gibi yine orta şekerli kahvesini içiyordu. Babam, kahvesini yudumlarken O’nu hayran hayran seyrediyordum. Her an, ‘Acaba,şimdi ne tepki verecek?’ diye izlerdim o saf bakışlarımla. Tebessümü bile bir başkaydı babamın.
***
      Yıl 2012, aylardan Nisan, yağmurlu bir Cuma günü…
      Annem,ben ve kardeşim;  üç kişilik kocaman ailemiz… Yine Hıdiv Kasrı’na gitme telaşı,yine yüzlerde hüzünle karışık acı bir gülümseme… Tek eksik,babam..
      Babam; Halil İbrahim Pinaz,koca reis, artık tıraş kolonyası kokusunu değil dışarıda yavaş yavaş yağan yağmurun, toprağa karışmasıyla havaya yayılan köyümün toprak kokusu…

     Peki, Hıdiv Kasrı’nın restaurantındaki koltuğun pembe minderi; babamın derin uykusundaki yanaklarında beliren son tebessümün rengi…

yokluktaki varlık hissi

                                      10 Yıllık Özlem
  Küçük kız balkondan aşağıya,babasının gözlerinin içine bakıyordu veya öyle olduğunu sanıyordu.Babasının gözleri yaşlıydı küçük kız bu duruma anlam veremiyordu.Neden babası bu kadar üzülüyordu ki ? Bir an o küçücük ellerini babasının gözyaşlarını silmek için yüzüne uzatmak istedi fakat bir türlü uzanamıyordu babasına.Çünkü o uzaktı kıza,çünkü o balkonun tam altındaydı.Kız anlam veremeden bakıyordu babasının yüzüne; ona sormak istiyordu neden ağladığını fakat korkuyordu cevabını alamamaktan. Sanki babası gitgide uzaklaşıyordu küçük kızdan. Kız haykırmak istese de '' Gitme ! '' diye bir şeyler sürekli engel oluyordu küçük kıza.Bakmaya devam ediyordu yaşlı gözlerle küçük kıza babası.Kız mermere düşen su damlalarının nedenini yağmur zannediyordu fakat yavaş yavaştı bu damlalar.Birden ellerini yüzüne götürdü ıpıslaktı gözleri burnu da akıyordu üstelik. O dayanamazdı ki babasının ağlamasına,o kıyamazdı ki babasına.Babası da ona kıyamazdı tabii.Bir an göz göze geldiklerinde küçük kız hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı fakat babası hala suskunluğunu bozmuyordu. Neydi bu kadar kötü olan,ne üzmüştü babasını bu kadar ?
   Hava gitgide kararmaya başlamıştı babası görünmez bir hal almaya başlamıştı artık bir yandan da kızına el sallıyordu. Küçük kız ''Dur ! '' demek istercesine bakarken babası gitmek zorundaymış gibi gidiyordu. Birden gök gürlemeye başladı; küçük kız korktu fakat içeri gitmek istemiyordu eğer giderse babasını bir daha göremeyeceğini düşünüyordu çünkü.
   Bir yere yetişirmişçesine hızla yağan yağmur kızın gözyaşlarına karışıverdi.O dalgalı saçları ıpıslak olan kız babasını artık görmemesine rağmen içeriye geçmek istemiyordu işte. Korktu yıldırımın düştüğünü görürken çünkü o hiç yalnız kalmamıştı yağmurlu bir havada ; babası vardı her zaman yanında çünkü.Kızın aklı karmakarışıktı bir türlü inandıramıyordu kendine babasının gittiğini,kabullenemiyordu bunu.Kötü şeyler getirmek istemiyordu aklına.Acaba o hep izlediği televizyondaki kötü adamlar mı kaçırmıştı babasını ? Aklındaki sorulara cevap bulmaya çalışırken çok fazla kişinin ağlama sesi geldi kıza. Evet evet tüm bu sesler içeriden geliyordu. İçeri gittiğinde herkes evlerine toplanmıştı. İyi de bu insanlar niye ağlıyordu ; hem de bağıra bağıra? Küçük kız onları şaşkınlıkla izlerken gözlerindeki yaşların daha da arttığını fark etti. Birileri sarılıp duruyordu küçük kıza. İyi de neden? Birileri sürekli feryat ederek ağlıyordu.E ama bunlar halamlardı. Ne olmuştu bu kadar büyük ?
   Küçük kız en çok küçük dayısını seviyordu ailede; e ondan olacak heralde dayısı gelip kızı dışarı çıkardı ve sanki onun ağlamasını kesmek istermişçesine ona bir dondurma aldı. Peki o kız o dondurmadan tat alabiliyor muydu ? Tabi ki hayır.Küçük kız için hayat bomboştu o an.E ama dışarısı da çok kalabalıktı ne oluyordu böyle ?Birileri sürekli ağlayarak bir yandan da sabırlı olun diyorlardı.Allah'ın sevgili kuluymuş diyip duruyorlardı.Kimdi bu Allah'ın sevgili kulu? Bir ara Halil'im sesini duyduğunda küçük kıza hayat kapkara görünmüştü bir an.Sonra duraksadı ve anladı babasının artık nerede olduğunu. Ama o bilmiyordu ki daha o sabah birlikte kahvaltı yapmışlardı.Daha o sabah öpmüştü babasını küçük kız. Ama sonunda anladı babası artık çok uzaklardaydı;artık dönmeyecekti babası.Babasıydı Allah'ın sevgili kulu.İçi acımasına rağmen bir şey diyemiyordu küçük kız.Dayısına sarıldı ve öylece kalakaldı.
   Artık yağmurda tek başına ıslanmayı öğrenmeliydi küçük kız,tüm fırtınalara rağmen dimdik ayakta durabilmeliydi;gök gürültüsünden korkmamalıydı mesela artık.Ve artık küçük kız değil ;büyük kız olabilmeyi öğrenmeliydi...

                                                                                                                 ''ELVEDA BABACIĞIM''

                                                                                                               Küçük kızın Hilal..